21 Ocak 2010 Perşembe

kutsal melekler

tümü de sarhoştu. tümünün de boyalıydı yüzleri. kanatları toz içerisindeydi. tümü de yitik, belirsiz bir geleceğe gittiler, ya da gideceklerdi. istiyorlardı....
- en azından planları öyleydi. -

kutsal melekler depresyona girip el ve ayak bileklerini kestiler. öncesinde, sırasıyla death, black ve doom metal, biraz hap ve bol alkol vardı. bu iyiye işaretti, onlar zaten hiç ayık gezmezlerdi, bilmezlerdi ayık oluşun ne demek olduğunu ve nasıl hissettirdiğini. sıkılmışlardı hep var olmaktan, olmamak öyle güzel görünüyordu ki...
bizleri görerek ölümsüzlüğe adım attılar keserek el ve ayak bileklerini çapraz biçimde açılmış derin kesiklerle, sonra yavaşça kapanırken gözleri, izlediler akan asil rengi ve gözlerini tekrar açtılar ve gördüler hayretle, hayal kırıklığıyla, kanı içerisindeydiler masal kahramanı isa’nın, kendi kanları içerisindeydiler ve kesik değildi artık damarları, oysa kesikler öyle derindi ki....

ve...lanetler uçuşur etrafta, ateşler yakılır, daire oluşturulur ve kitaplar yakılır, alkol ve müzik geceye ve büyüye karışır, gölgeler hayal olur, melekler masal, masallar gerçek, gerçekler hiçliğe dönüşür, dönüşüm yok eder karanlığı ve melekler tanrıya küser, tanrı yok olur, ve kendi varlığını reddeder, toza dönüşür hayat, intihar istekleri ve absinth’in yeşil perileri yardıma koşar...görüntü değişir....melekler sarhoştur, kanatları kirli ve toz içerisinde, gölgeleri yoktur onların, yitiktir gelecekleri geçmişleri gibi...bilgedirler, kendilerini yok etmek istemektedirler, bilge olmak ağır gelir bazen, yok olmak bilinçsizce sürer gider...lanetler okunur ilahiler gibi, ay ve yıldızlar ve orion efendisiyken gökyüzünün, müzik ve büyü geceye karışır...ardından....
ekran kararır.....

onlar.... intihara yatkın, kutsal, tanrısız, alkolik melekler...sıkıldıkça depresyona girip el ve ayak bileklerini keserler ve ne yazık ki onlar, bizler(e) değil, ölümsüzlüğe yenilirler...


21.01.2010
© Emre Karahasan

( büyük bir ihtimalle yıllar önce olduğu gibi, ki sanırım ilk kez 1999'da yazmıştım, ya devamı olacak yada gelişerek devam edecek, yada hiçbiri ! )

18 Ocak 2010 Pazartesi

Yaban Kazları

Yaklaşarak Karanlığına
Çok uzaklarda kalan geçmişin
Nehri bilincin, ve o
Zehirli realite, çıkınca illüzyon olmaktan
Yok olmaya mahkumdur sürü.

Canavarla geziyor,
Canavarlar kanatıyor ve kirletiyor
Canavarlar ağlatıyor
Canavar susmuyor.

Gölgeler boğuyor bedenleri
Alacakaranlığında
Sessiz bir şafak vakti
Göç ederken yaban kazları
Donarken bilinçsizliğin nehri.

Çok yüksek dağlar,
Ve kanat çırpışları
Yaban kazlarının
Hızlanıyor gittikçe
İleride doğan veya öyle görünen
Güneşe ulaşmak için.

Dağlar yüksek.
Canavarlar geziyor,
Canavarlar öldürüyorlar yaban kazlarını,
Susmuyorlar
Susturmadıkça onları.

Eski zamanlardan kalan,
O eski taş-lar,
Ve antik çağlara dek uzanan,
Kuleler çevrili dört bir yanda.

Saldırır canavarlar
Ateşten mızraklarla,
Ve yağmur damlaları
Akar ve yağar üzerine
Yaban kazlarının.

Bir çoğu mahkum edildi,
Bilinçsizliğe ve aptallığa.
Bu onların kaderi,
Kaderi yaratansa sadece kendileri.

Birazdan doğmayacak güneş belki de.
Ve belki de, belki de...

Bir yere ait olmak ve,
Ondan dolayı memnun olmamak
Çevriliyken kuleler ve canavarlarla
Etraf...

Söylenmeli yine de,
Donarken nehri bilinçsizliğin
Sessiz bir şafak vakti, ve
Bedenler boğulurken gölgeler tarafından
Yaban kazlarının göç ettiği.

© Emre Karahasan

Gökkuşağı

Günahın büyüsüyle ve onun kucağında
Çalkalanarak geçen soğuk bir gecenin ardından,
Yavaşça yola koyulduk,
Yok oluşun başlangıcından
Varlığın yokluğuna...

Etraf sisliydi,
Gözler kanlı.
Eller buz tutmuş,
Varlığımız yokluğumuzun
bir göstergesiydi
Kızıl bir güneş doğarken
Sislerin ardından
Uzaklarda atılan çığlıklar
Bizim ruhlarımıza karışıyor
Ve ruhlarımız bizi terk ederek
Onlarla geziniyordu mor gökyüzünde.

Kuş sesleri beyinlerimizi delerek
İçine giriyor ve çınlatıyordu kulaklarımızı
Saksağanın havada dans edişi gibi.
Karşı dağlardaki karlar ellerimiz kadar soğuk
Kalplerimiz kadar sıcaktı,
Ilık nefeslerimizse rüzgar...

Bir tayın kanatlarında
Girmek istedik gökkuşağının altından
Renklerinin içine doğru.
Ve, gözlerimiz karardı o an
Gökkuşağı olduk biz,
geçmişten geleceğe uzanan...

1999-2010
© Emre Karahasan

15 Ocak 2010 Cuma

Yağmur Damlaları....

öğlen vaktiydi ve
yağmur yağıyordu. şimdi
sıcak şarap içmek öyle iyi giderdi ki.
Cohen bir şiir okuyordu,
ikibindokuz yılı
new york konserinden,
ismi,
“a thousand kisses deep”

oysa şimdi “my dying bride” vardı,
şimdi geceydi,
ben geceye aittim ya,
gece de bana,
hepsi bir yanılsamaydı,
depresyon alkolle buluşmuş ve
“black god”ı oluşmuştu ruhumuzda.
ruhum(uz) kirliydi
o kiri temizleyemezdi hiçbir leke.

öğlen vaktiydi ve
yağmur yağıyordu lefkoşa’da. şimdi,
nostalji bar’da sıcak şarap içmek öyle iyi giderdi ki.
Cohen bir şarkı söylüyordu,
ikibindokuz yılı
new york konserinden,
ismi,
“dance me to the end of love”

oysa şimdi intihar planları vardı
şimdi geceydi,
gece güç demekti, bilgelikti,
planları erteletti, beni özgür kıldı.
Cave bir şarkı söylüyordu, gece,
“where the wild roses grow”
ardından Theraphy? o eski şarkıyı mırıldandı
sessizliğinde gecenin “Dianne” diye...

öğlen vaktiydi ve
ben arabanın içerisindeydim,
ve yağmur yağıyordu. şimdi
sıcak bir şarap içmek öyle güzel giderdi ki..
Cohen eski bir şarkıyı mırıldanıyordu
ikibindokuz yılı
new york konserinden,
ismi,
“the partisan”
öyle güzeldi ki....

15.01.2010
© Emre Karahasan

12 Ocak 2010 Salı

Bir Anda

Bir anda yaşamıştık her şeyi
Kaybolmuş zamana karşı koyarak
Işığı bir anda tutmuş ve
Karanlığı bir anda hissetmiştik ruhumuzda
Bir anda ölmüş, bir anda dirilmiş
Ve bir anda hayatı hayat sanmıştık
Yalanlarına kanıp.
Bir anda ve birdenbire biz ve bir olmuş
Ve bir anda solmuştuk tekrar yeşermek için,
Sadece, sadece bir anda
Islak bir yaprak gibi salınmıştık
Gecenin büyüsü içerisinde.
Sadece, sadece bir anda.
Ve hep o şarkının başlangıcında.
Sadece, sadece bir anda.

21.01.2005- 11.01.2010

© Emre Karahasan

Beowulf'a...

Gözlerim...Gözlerim açık ve gözlerim kapalı sıkıca...Karanlık ilk aşkımızdı ve son birlikteliğimiz. Karanlık yaratılışımızdı, aydınlığı sonra tanıdık. Aydınlık bir masal, bir rüya veya bir halüsinasyondu. Pembe şirin rüyalar, kanlı rüyalar, haberci rüyalar, rüyalar, fantaziler ve asla ve bir türlü olmayan, olamayanlar....

....................................................................

Gece uzadı. Uzadıkça uzadı şu ilkbaharın ilk günlerinden birinde. ‘Bahar temizliğini’ yaparken Kraliçe, güneş doğmadı, gece kaldı hep şu zavallı yeryüzü....
Baharın gelişinin ilk günleriydi, grev yaptı ateş topu, kuşlar ağladı.
Kuşlar...uçan kuşlar, uçup sınır tanımayan kuşlar mutlu mudurlar?
Yazım yanlışları, kurallar -ve onlar, yıkılması gereken kurallar!-
Hayat, o acınası, zavallı hayat sadece Senden ve Benden ibaret.
Uçsuz bucaksız bir uçurum........Kral öldü !
Yeni bir Kral yok ve olmayacak asla ! Asla ! O hep ayni.....
Mumlar söndü, ay ışığı silik, sis gözlerimde ve gözlerim yitik. Tek gerçek Aşk...Bildiğim ve hissettiğim...Kral öldü! Yeni Kral Yok !(-mu gerçekten?)
O, karanlığı doğururken, varolmayan Kraliçeden habersiz, kan kaybından öldü.
Kurallar, yasaklar ve daha birçok şey...

Karanlık çöktü siyah bir yorgan gibi. Önce ses vardı orada, artık yok. Önce karanlık vardı ve şimdi sis...Önce mutluluk vardı şimdi acı...Önce hayat vardı, ya şimdi...?
Fısıltılar çoktan tükendi...alevler bekliyor...Kızgın korlar...Var olmak geceye karışmak gibi, ışıksız, fenersiz ve kör...
Bitip tükenmeyen hiçlik.....Ve, artık Sus !!

Ne fayda edecek ki susmak?Haydi...Çeliş kendinle kendi içinde ve dışında...Haydi gül çılgınlar gibi, gül ki mutlu sansınlar seni...Ya da boşver, ve ağla, deliler gibi. Gerçi o da ne fayda edecek ki?
O kadar umutsuz, o kadar...
Bir hikaye daha sana ey Beowulf!
Tıpkı “Hasta Gülü” gibi o eski ustanın, görünmez kurtlar yiyor bizleri, içten içe,sinsice ve gizlice....


2000-2010

© Emre Karahasan

8 Ocak 2010 Cuma

bekleyiş...

“işte tam şuradan gelecek” dedi,
bana bakıp
beni tanımadan.
“işte tam şuradan gelecek biliyorum” bir eli
dürbünde,
bir eli de denizi gösteriyordu.
deniz öyle sessizdi ki,
sessizliği o kadın bozdu,
o kadın ki yıllardır bekliyordu,
godot’yu bekleyen abiler gibi,
o kadın ki yıllardır bekliyordu,
babylon’a ulaşacak rastafariler gibi,
o kadın ki yıllardır bekliyordu
toprağın bir damla yağmuru beklediği gibi...

kadın beni tanımadan
bana seslendi,
ben ondan ve denizden habersiz,
kendimle yürürken
denizin kıyısında ve güneşin altında.
elinde eski bir tüfek dürbünü
yüzünde yılların ona hediye ettiği delilik,
yüzünde tebessüm ve kızgınlık.

o bana bunları söylerken,
ben ona bir an bakıp
yürüdüm yoluma,
ona, beklediğinin
hiç gelmeyeceğini
düşündüğümü söylemedim.
beklediği kim ve ya ne
sormadım.
bencildim.
deliydi.
godot’yu bekleyen abiler gibiydi.
bir adım ileri atabilirdi,
cesareti yoktu
izliyordu.
bekliyordu.
geleceği ve yaşamı.
bitmedi...

15.08.2009 (04.29)

© Emre Karahasan

5 Ocak 2010 Salı

öylesine bir gece

nedense aklımda şu sahne var,
ben arabanın arka tarafında oturuyorum, sol elimde bir şişe kırmızı şarap ve sağ elimde gitanes, ilhan ve candaş, arabayı süren o, girneden yada belki mağusa’dan yola çıktık ve bizi lefkoşa’ya bırakacak, o bu şarkıya aşık olmuş defalarca dinliyor. ben, o zaman rock hatta heavy ve hatta death dinliyorum, en sert zamanlarımız, yıl 95 yada en çok 96, saçlar uzun, hayat boktan, hayat bize karşı ve biz biliyoruz, her boku biliyoruz ve fikrimiz var, her şeyi değiştirebiliriz, her şeyi, değiştirecektik. Oysa şimdi tek gördüğüm hayatın beni/bizi değiştirdiği, herşeyi değiştirecektik tatlı bir masal gibi görünüyor....
şarap şişesinin yarısını geçtim, sanırım aylardan nisan yada mayıs. saattte 70’le gidiyoruz, onların benson’una karşı benim gitanes’ım, onlar bira içiyorlar ve ben şarap, ve bu şarkı defalarca çalıyor, defalarca, dinliyorum sadece dinliyorum yorumsuz...havada çürük bir saman kokusu var, havada özgürlük var ve şimdi anlıyorum evet havada gerçekten o gece özgürlük vardı ve evet efendisiydik kendimizin ve ayni zamanda kurbanı...

“duymak istiyorum”.....o adamları pek sevmemiştim galiba, onları sadece o şarkılarıyla hatırlıyorum, sadece tek şarkı, o şarkı...o ilkbahar....anlamsız bazen ama yıllar sonra flashback oluyor işte.....
hatırlıyorum tam net olmasada, şişe bacaklarımın arasında, sağ elimde sigara, sigara kokusuna çürük saman kokusu ve gecenin ılık meltemi karışıyor, biz özgürdük !...
ne kadar zavallıyız değil mi, ne kadar bağımlı, ne kadar yorgun aslında, tek bir nota seni nereden nereye getirme gücüne sahip....özgürdün, özgürsün ve şimdi olduğun yere bak. eski “sen”den kat kat üstünsün maddi olarak büyük bir ihtimalle fakat sen o değilsin işte ne kadar “flashback” yaşayıp hatırlasan da, sen , o sen ölüp gittin tüm o yıllar içinde...şarkılar kaldı geriye, hissettiklerin oysa hepsi şu an ilüzyon, yok....belki de olmadı...
evet sadece nokta. edebiyat mı, iyi mi yazmalı, hayır edebiyat yapmacıklıktan başka bişey değil, yaratılan, çoğunun kabul ettiği edebiyat, bir bok değil, sadece “ego”yu tatmin etmek için....neyse....şarkılar...o çağa ait...
işte......mi minör....ve re majör.....
aslında çok şarkı var, öyle çok şey var ki, yok olduğum ve var olduğum ve hiç olduğum....
pearl jam....alice in chains...metallica....90’lı yıllar....

öyle bir geceydi işte, sadece öylesine bir gece....
öylesine...
aptal ama
nedense izi kalmış,
öylesine
hayat....
söyle, sadece
söyle...
sadece, söyle....

29 ekim 2009 - ocak 2010

© Emre Karahasan