29 Ağustos 2011 Pazartesi

Peri

Perilerden uzak,
periler uyuken,
ve biz intihar etmemeye çalışırken
ve gece üzerimize çökerken,
perimi özlerken,
söylemeli yine de
iyi geceler...

© Emre Karahasan

23 Ağustos 2011 Salı

saçlarındaki deniz tuzunu....

saçlarındaki deniz tuzunu
hissetmek isterdim,
güneşli bir sabah
gözlerimizi yeni açtığımızda
birbirimizin terine bulanmış
dudaklarımız tekrar öpüşürken
ve pencereden hafif bir rüzgar eserken.

sana iyi ki doğdun ve
buradasın şimdi diye
fısıldayıp kulağına,
dudaklarına dokunsa dudaklarım,
ve gözlerine bakıp söylesem,
sevdiğimi seni, hiçbirşey
beklemeden senden,
garip ve farklı ve acımasız aslında
değil mi.

Sadece...sadece...

© Emre Karahasan

4 Ağustos 2011 Perşembe

Gitmek?

1. Bölüm

“Ben Gidiyorum,
Beklememek daha iyi ve kolay...
Sana yazacağım, yazmam gerekenleri...O zaman kadar kendine iyi bak...”
Elimde tuttuğum notta bunlar yazılydı. Gitmeden önce bana son yazdığı...
Ne olduğunu anlayabilmem için iki üç defa daha yavaşça okumam gerekti.
Gitmişti...Söylemişti, kurtulması gerekiyordu, beni benimle bırakıp, gidebileceği en uzak yere doğru.
Hala canım yanıyor biliyor musun? Kanıyor sanki hala ruhum, bedenim titreşimsiz kaldı sanki, gözlerim ve kulaklarım zihnime oyun oynuyor ya da zihnim onlara, bilmiyorum aslında çoğu zaman bildiğim birşey yok gibime geliyor, gölgeler beni eziyor geceleri, geceler aydınlanıyor soluk ışığıyla odamın ve içki şişeleri ve sigara paketleri ve yine gölgeler ve kirli giysiler ve yiyecek kırıntıları ve fotoğraflar zihnimde çektiğim ve sevişmelerimizden kalan terli çarşaflar, izmaritlerin doldurduğu kül tablaları, göz yaşlarımı sildiğim ellerim, milyonlarca defa okuduğum notu, deliler gibi ne yazdığımı bilmeden yazdığım yüzlerce sayfa, O, O’nun görüntüsü. Yok.

Bunu bekliyordum, bir gün olacaktı, hazırlanmıştım, günlerce....olmadı başaramadım işte.
Beni benimle bıraktığında benim için üzüldüğünü biliyordum kendinden çok.
Neler düşündüğümü bilmek istemezsin, aslında tahmin edebilirsin, çok farklı yollardan hep ayni şeyi düşünüp durup sonra vazgeçtim, çünkü bu onu üzecekti, beni terk etmiş olması onun beni sevmediği, ne bileyim hala aşık olmadığı anlamına gelmezdi ki. Biliyorum ki insan en fazla aşık olduğunda terk eder, bu saçma da olsa ne yazık ki öyle.

Mavi çantanı görmediğimde anlamıştım aslında bırakıp gittiğini beni, diğerlerini de bırakıp gittiğin gibi, anlatmıştın ya, gözlerinden hafifçe damlalar süzülürken ellerimizde kırmızı şarap kadehleri, ağlarken kendimize ve kanarken kendimize, anlatmıştın geride bıraktıklarını ve evet sıra bendeydi...seninle kanadıktan sonra kanama sırası...bendeydi... “yağmur” yağmıyordu, şarkısı çalıyordu sadece...kanama sırası bendeydi ve kanamıştım beklediğim gibi, istediğin gibi...

Beni dinlemiyorsun aslında, ama anlatacağım...sana...senin dışında kimsem kalmadı ki...Senin dışında sadece alkol ve tütün ve bir de zihnimin bana oynadığı oyunlar kaldı.
Sanki geceleri mumlar yanarken elinde şarap kadehi veya şişeyle geçip gidiyorsun gözlerim kapalı otururken yanımdaki koltuktan içeriye doğru.
Yatak odasında aninden parfümünün kokusu geliyor burnuna...
Olanaksız...
Beni dinlememene ve dinlemeyecek olmana rağmen bunları yazmak/anlatmak da saçma aslında. Konuşacak kimsem yok senden başka, seninle konuşuyorum....


Bölüm 2

Notu bırakmadan önce telefonda konuşmuştuk, sesinden anlaşılıyordu burnunun aktığı ve ben gözyaşlarımı sakladım hissetmemen için.

Hayatı hala anlamış değilim, gereksiz bir durum sanki. Bunların bize ne öğrettiği kimin umurunda olabilir ki yaşadığım acıyı karnımda ve kemiklerimde hissederken?
Hayatın ne olduğu hakkında bir fikrim yok, olacağını da sanmıyorum.
Merak ettiğim birşey var, şimdi mutlu musun?
Gittin ya işte...iyi misin?
Şarabın tadı sana nasıl geliyor? İçtiğin sigaranın?
Yada tenin diğerine dokunurken, hatırlamıyorsun bile büyük ihtimalle.
Bedenim harap durumda, beynim, ruhum. Sanki heryanım kanıyor ve kanıyor, senin uzakta olduğunu bilmek öyle hüzün veriyor ki.
Saatlerce telefonun başında bekledim, günlerce, bir, sadece tek bir defa ararsın diye ve sonra içitim, sızdım, uyandım ve içtim sırf vakit geçsin diye.
Gölgeler bana karıştıkça ben gölgelere karıştım...

Gittin ya...İyisin değil mi?
Gittin ya...Mutlu musun, bıraktın mı düşünmeyi?


Bölüm 3

Kaç gün geçti hatırlamıyorum, bilmiyorum aslında, öyle birşey ki, gerçekten var olup olmadığını dahi bilmiyorum. Belki zihinimin bana oynadığı bir oyundun gibime geliyor önce, hemen ardından, senden geriye kalan o son notu, yazıdığın şeyleri görüyorum kitapların arasında, oturma odasında mesela...Senden bana kalanlar, sadece onlar ve hüzün kaldı geriye.

Artık tamamen inançsızım. İnandığım ve inandırdığın herşey tersine döndü yine. Seni öyle çok çağırdım ki, duymadın. Seni öyle istedim ki, olmadı...Olmuyor, bilmiyorsun, bilmeyeceksin de.

Konuşacak kimsem yok senden başka, seninle konuşuyorum...
Beni dinlememene ve dinlemeyecek olmana rağmen bunları yazmak/anlatmak da saçma aslında.
Geriye ne kaldı ki?
Benden?
Senden?

Ne kalması gerekirdi ki?
Gözlerimden yaşlar damlıyor, sen hissetmiyorsun.
Evet,
Kimsem yok konuşacak senden başka, seninle konuşuyorum,
Karşımda fotoğrafın, sen ve ben.

Nokta.

© Emre Karahasan

2 Ağustos 2011 Salı

az alkollü bir gecenin....

az alkollü bir gecenin
hatırlattığıydı
ellerimin ve ayaklarımın
sıkıca bağlı olduğu

az alkollü ve
terli bir gecenin
ilk ışıkları bir lanet
gibi çöktü rüyamın
son kesitine
alevler sardı heryanı
sen uyku
perilerine yenik
düşerken

paralel evren
ve
rüyalar(ımız)
ve
küçük tatlı dokunuşların
ve
sevişmeye dönüşmese de
öpüşler
gözyaşlarına dönüşebilir
elbette
kapana kısılmışlık hissi
ve
gökyüzünü kaplayan
gri bulutlar
yaz mevsiminde

az alkollü
bir gecenin
sabahı
daha iyi olabilirdi
belki de

ya
da
yok


Temmuz/Ağustos 2011

© Emre Karahasan