8 Haziran 2010 Salı

Güzel bir gün

I

Elinde yeni yaktığı sigarayla evden çıkarken ve “ölmek için güzel bir gün” dedikten hemen sonra bana “Siktir” demiştim yanlış hatırlamıyorsam. “Peki” demişti ardından, gülümseyerek.
Uzun zaman geçti, hala o bulutları hatırlıyorum. Bulutlar dans ediyorlardı, hafifçe.
“Klişe bir laf be” demiştim inançsız ben, üstelik gözümde canlanan görüntüyü ona söylerken;
“Adam önce tavandan sarkan ipe bakar, sandalyenin üzerine çıkıp yavaşça ilmiği boynuna geçirir, ölmek için güzel bir gün diye fısıldar odanın içerisindeki sessiz eşyalara.Ayakları altında duran sandalyeyi iter...”
“Herşey o kadar basit mi? Elbette herşey o kadar basit. Hayatın kendisi basit ama öyle koatik görünüyor ki bizlere.”
Sanırım birşey söylememişti, sokağın başına doğru ellerimizde sigara yürümüştük. Çok hafif bir rüzgar esiyordu o tanıdık barın kapısına ulaşınca. Barın sahibini tanıyorduk, içeride temizlik vardı, barda oturan hafif kel, kırmızı yüzlü, sakallı, şişman ve yüzde altmışbeş sarhoş bir adam vardı. Barın sahibiyle konuşuyorlardı, adamın geldiği yer kuzey ışıklarının izlendiği topraklardı.

Çok şey konuşmuştuk gece yavaşça hayatlarımızı karartana dek. Gece bizleri aydınlatırken karanlığıyla, önünde duran vodkadan sağlam bir yudum alıp hemen ardından yine önünde duran şişeden bardağı doldurduktan sonra “sakın” dedi,
“sakın sigaranızı bir mumla yakmayın. Mumla yanan her sigarayla birlikte bir denizci ölür açık denizde.”
Biz durup birbirimize bakmıştık. Adama dönüp “Çok, defa sigaramı mumla yaktım ben” dedi yüzünde bozuk bir ifadeyle. Ardından adam tanrılar gibi gülümsedi o iri göbeğini tutarak “hayır” dedi, “siz bilmiyordunuz, kural şudur...öğrendikten sonra başlar öldürmeleriniz...”
Kahkahaları boş barın duvarlarını okşadı, bir süre sonra konu yine değişip intihara geldi, intihar etmek istediğini ama o kadar güçlü olmadığını onun yerine günde en az bir litre vodka içtiğini söyledi purosunu yakarken. Madem ki intihar edemiyordu, yavaş ve hissettirerek gelmeliydi ölüm. Belki şimdi uğramıştır ona, bilmiyorum...
Bir süre sonra el sıkışarak ayrıldık bardan ellerimizde nefis kokulu “gitanes”larla. Onlar loş aydınlıkta bizde sokağın ve ağustos böceklerinin şarkıları arasında yürüdük.
“Eve gitmem gerek” dedi, ben ağzımı açmama fırsat vermeden “işim var” diye kestirip attı. “Tamam” demiştim mecburen, o evine, ben evime gittim.

Tahmin edebilir miydim, hayır sanmıyorum.
Ama söylemişti ya. Evet güzel bir gündü ölmek için, tanrıyı oynamak istemişti tüm inançsızlığımıza rağmen...oynadı...sessizce...


II

Ertesi gün buluşup bir yere gitmemiz gerekiyordu. Telefon etmedi, onu o gün gören yoktu.
Evine gitmeye karar verdim, evde kimse yok gibiydi...Arka kapının anahtarı her zaman durduğu yerdeydi. Anahtarı oradan alıp kapıyı açtım, onun ismini çağırarak, belki hala uyuyordu diye.Yatağının üzerinde beyaz A4 kağıdı ve üzerinde bir yazı vardı. “Küvetteyim, içeriye girme, polisi ara...okuman gerekenler kağıdın yanında...”

Ne ve nasıl hissedeceğimi bilmiyordum, gerçek ve rüya karışıvermişti birden, söylemek istediği şey hatta söylediği şey, anladığım şey miydi.
Yatağın köşesine oturduğumu hatırlıyorum, ne düşüneceğimi veya ne düşündüğümü bilmiyorum. “küvetteyim, içeriye girme, polisi ara...”
Söylediğini yaptım, elimde kağıdın yanında duran not defterini elimde tutarken.
Şöyle başlıyordu, “Sana, kardeşim diye hitap edeceğim, yaşarken hiç etmesem de, sana herşeyi tek tek anlatacağım, hissettiklerimi ve oraya gidişimi....”
Boktan bir durumdaydım. İçkiye ihtiyacım vardı, odadan çıkıp, banyonun önünden geçtim mutfağa gidip her zamanki yerinde duran vodkayı alıp kafama diktim, midem kalkana dek içtim, rahatlamış mıydım? hayır.
Elimde şişe ve defter oturma odasına gidip yine ilk sayfayı açtım... “Sana, kardeşim diye hitap edeceğim, yaşarken hiç etmesem de, sana herşeyi tek tek anlatacağım, hissettiklerimi ve oraya gidişimi....” ardından devam ettim bu kez...
“Seninle ayrıldıktan sonra eve geldim, seni atlatmak zor oldu aslında ve bu arada bu boktan bir yazı olacak, edebiyatı falan siktir ediyorum, öylesine noktalama işaretleri falan umusamayacağım yani bunu bil, neyse.Tekrar başlıyorum...
Eve geldim, seninle ayrıldıktan sonra, kafamda o vardı zaten, farkındaysan sana söylemiştim “ölmek için güzel bir gün” diye, sen onu ne yazık ki şarkı falan mı algıladın her neyse, en zoru neydi biliyor musun? İlk adımı atmak, öyle boktandı ki.
Sanırım saatlerce bekledim o ilk kesik için. (lütfen banyoya sen girme, beni böyle hatırlamanı istemiyorum, kardeşim.)
Bunu neden yaptığımı düşünüyorsun sanırım, evet bunu bende düşündüm ama çok da mantıklı bir sebep bulamadım ne yazık ki, biliyorsun tanrıyla aramız yok, hiç olmadı, biraz reenkarnasyona inanırım, umurumda değil, fiziksel bir hastalığım hiç olmadı, evet doğuştan sağlıklıyım bir bokum yok, ruhum hasta ama. Şu şekilde, kronik depresyon desek şuna? Kronik mutsuzluk? Kronik yaşayamama sendromu...Evet olmuyor, gülemiyorsun gülsende, şarabın tadı hep değişken, havanın kokusu ağır, gölgeler kirli, insanlar öyle salak ki. Bizlerin geri dönüşüme ihtiyacı var, recycling evet...yok olmalıyız kardeşim, arınmalıyız herşeyden, önce kendimiz sonra kirlerimiz ve birbirimizden.
Birazdan ilk kesiği sağ bileğime iki dikey kesik olarak atacağım, umarım tekrarlamak zorunda kalmam...”

Gözümden bir damla yaş geldiğini hatırlıyorum, şişeyi yine kafama dikmiştim ve okumaya devam ettim.

“...Evet, işte oldu, biliyorsun solağım ben ve önce sağı kestim yazabilmek için, canım yandı sanırım biraz derin oldu, çok kan aktı önce...farklı bir his...sevişmek gibi, benzersiz...herkese böyle mi olmuştur acaba? Neyse, sorun bendeydi işte, bir türlü olmuyorsa onurlu olan şey onu tekrar düzeltmendir, eğer yapabiliyorsan yada çalışmak. Ben sadece denedim, ne bok olacağını bilmiyorum, okuduklarıma inanmıyorum, görmek istedim, göreceğim çünkü uyuşmaya başladım sanırım, bilmiyorum ya da vodkadan mı, bu gün tanıştığımız herif korkaktı, bak işte sonunda yaptım ben, gülümsüyorum bunu yazarken ve bekle sıra diğerinde, evet kusura bakma silmeye çalıştım ama, kan deftere bulaştı, acele etmeliyim.”

Okuyup gözümde canlandırıyordum ve yine devam ettim sigara yaktıktan hemen sonra.

“Solu da kestim, canım çok yanıyor. Ellerimi pek hissetmiyorum, yüzüm karıncalanıyor sanki, aklıma Plath’ın intiharı geldi, onun yaptığı gibi mi yapsaydım ama sigarayla içeri girersen eğer sende havaya uçardın, bu biraz kanlı ama daha zevkli gibi, hayatı içinden dışına akıtıyorsun, kendi ellerinle, bitiyor, görüyorsun, etrafın kırmızı. Umarım, küvetten çıkıp yatağın üzerine bunu bırakabilirim, kanı yere damlatmadan. Beni tanıyorsun, yirmi yıl falan oldu heralde. Bunun olacağı belliydi. Ben hep tanrıyı merak ettim, neden bir bok yapmıyor falan diye sonra fark ettim ki bunu yaparsam – ki tek neden bu değil – kendi kendimin tanrısı olurdum ve oldum. Ölerek kendime kafa tutuyorum, ölerek değiştiremediklerimden kurtulup, gözyaşı dökmüyorum, ölüyorum tamamiyle bencilce davranıyorum, ölüyorum çünkü ölmek istiyorum kendi ellerimle.”
“Çok akmaya başladı, iyi hissetmiyorum varsa eğer bir meleğin beni dudaklarımdan öpmesini beklemeye gidiyorum, belki de yok, tünel falan da görmedim henüz, ışık da yok. Kardeşim, masallara inanma, masalları oku, hayata saygı duy ve sen yaşlandığında ölümü bekleyeceğine kendini öldür. Delirerek son verdiğim için özür dilerim, durup düzeltme yapacak halim yok, kelime hataları olabilir ve yazım yanlışları ve noktalamalarda hata, bu edebi bir yazı falan değil söylediğim gibi, bu benim İntihar Mektubum, o kadar.
Çocuk, sen kendine iyi bak ve dikkat et, ağlama ve bu defteri polislere verme, sakla çünkü sana vermeyebilirler o salaklar, bu bizim son sırrımız olsun...
Gitmeliyim gerçektenn, tmaamiyle uyuştum....gidiyorum sonunda bunu bıraktıkran sonra son bir kesik daha atacağım merak etme tüfek falan kullanmayacağım, kafam yerinde olacak...tekrar söylüyorum, herşey için, kardeşliğin ve arkadaşlığın ve dostluğun için teşekkürler, kimlerin olduğunu biliyorsun, onlara son kez selamımı söyle, sadece gitti de, mutluyum ben gerçekten, istediğimi yaptım son kez....
Defteri sakla...
Görüşürüz...”

Sigara bitmişti, polisler geldi onlara yazıyı gösterdim. Başka şeyler sordular ifadeler falan, sadece o A4 kağıdını gösterdim onlara defteri saklamadan önce...

..............

Yıllar geçti, şu an epey yaşlandım, bu olay olalı tam kırkbir yıl geçti. Hala kendimi öldürmedim. Öldüremedim. Hala birlikte yaşadığım bir karım var ve bir oğlum ve torunum.
Onları düşündüm ve yapamadım, istiyor muyum? Elbette...Onun kadar bencil ve güçlü olamadım ve onun defterini her yıldönümünde okur ve şarap içerim onunla birlikte. Reenkarne olup olmadığı hakkımda hiçbir fikrim yok ama düşünüyorum bazen olmuş mudur, tekrar gelmiş midir diye ve geldiyse nerede ?
İşte onun hikayesi bu, aklımda kalan, değişmiş olsa da böyle...


07.06.2010

© Emre Karahasan