9 Eylül 2011 Cuma

kitap

dileğimi tutup içeriye girdiğimi hatırlıyorum ama dileğimin ne olduğunu hatırlamıyorum şimdi. büyük ihtimalle çok önemli değildi, hatta dilek bile sayılmayabilirdi. elimizde gitanes paketinden henüz çıkmış birer “gitan”la birlikte içeriye daldık bardan. diğer elimizde gitar, sevgilim bizim ardımızdan girdi elinde “silk cut”la, bizim sigaramızın kokusu onun parfüm kokusunu bastırıyordu.
hava boktandı. hava nemliydi. biz boktandık, hayat boktandı, biz gençtik o zamanlar ve genç olduğumuzu fark etmemiştik, gölgeler karışıp duruyordu zihnime, biz gençtik oysa yüzlerce yıl yaşamış gibi ama bebekler kadar da şaşkındık dünyada olanlara.

bara doğru yanaşıp “2 bira ve 2 shot vodka” dedim gülerek cevap verdi bardaki çocuk ve arkasını dönüp gidip bize birer efes açtı sonra smirnoff’u shot bardaklarına doldurdu biz barı geçip sahneye doğru yürürken. sevgilim bar taburesine oturup mutsuz da olsa ona göre yaptığım salaklığı izlemeye koyuldu.
hava boktandı. hava nemliydi. biz boktandık, hayat boktandı, biz gençtik o zamanlar ve genç olduğumuzu fark etmemiştik, politika ebemizle birlikte bizim zihnimizi, ruhumuzu becermiş gitmişti, gölgeler karışıp duruyordu zihnimizde, biz gençtik oysa, yüzlerce yıl yaşamış gibi hissediyorsak da, çılgın bebekler kadar da şaşkındık dünyada olanlara. hayat sallayıp atmaya çalışıyordu bizi, oysa o zamanlar daha uysalmış hayat.

barın sonunda, başında yeşil bir sarıkla önünde hiç içilmemiş bir bira ve soda duran bir adam vardı. ilk bakışta ilgi çekmiyor gibi görünse de aslında herif ilgi çekiciydi. başıyla selam verdi bize biz mikrofonları standlarına yerleştirmeye çalışırken. herifi tanıyor gibiydim ama böyle değildi. belki de tanımıyorum diye düşünüp devam ettim yaptığım işe ve biten gitan’ı kül tablasında söndürürken. soda bitmiş ama fıçı bira olduğu yerdeydi. herif gerçekten ilginçti. bizi tanıyor gibiydi. gülümseyerek izliyordu etrafını.
sahneyi hazırladıktan sonra bara doğru yönelip sevgilimin “çok içme lütfen” demesinin ardından ona gülümseyerek dudağına bir öpücük kondurup önce shot ve ardından biranın yarısını içince herifin yanımda belirdiğini fark ettim. selamlaşma faslının hemen ardından, biz birer sigara yaktık ona da uzatınca, o da “yok ben bıraktım” dedi mütevazi bir şekilde, başındaki yeşil sarığı düzeltirken.

çok uzun yıllar önce tanıştığımızı anlattı, sanki hatırlar gibi oldum bir an, onunda içtiği dönemlermiş o zamanlar, “ben o zamanlarda asılı kaldım ama o devam ettirmedi” diye düşünürken, “ben”dedi, “şimdi o’na inanıyorum !” , “ne güzel şeydir inanmak, keşke başarabilsek be abi.” dedidiğim anda, yok “inanmak iyi değil.”dedi...bir an burup “nasıl diyorsan, öyledir.” dedim sevgilimin gözüne bakarken.
konu birden değişti...
“çocuk...”dedi bana, “bir kitap var ki, okudukça bitmiyor...bir kitap ki dinledikçe dinliyorsun, her yerde...bitiremedim...yıllardır.” bizimle gelen ve konuya sonradan katılan arkadaş sordu, “niçin be abi bitiremedin...çok zor? yoksa çok mu felsefik?”
“bekleyin...”dedi....ve çıkıp gitti...

o gece gelmedi...geleceğini ummuştum aslında. aradan yanlış hatırlamıyorsam dört hafta falan geçmişti, biz yine akşam üstü yine ayni seremoni içerisindeyken barın aralık duran kapısından o çıkageldi. bize selam verip, kola ve bira istedi. onu izliyordum. o barın duvarında belli bir noktaya bakıyor birşeyler mırıldanıp susuyor ve arada kolayı içip, birayı koklayıp barın üzerine bırakıyordu. sonra bir sigara çıkardı, onu da koklayıp paketine koydu.
sesleri ayarlamıştık, gitarların akordunu son kez yaptıktan sonra onun yanına gittim, selamlaşmanın ardından “geçenlerde çıktın geri dönmedin be abi” dedim ona, bana gülümseyip “kitap okumaya gittim, onun için gelemedim kusura bakma”dedi. “e nasıl artık bitirdin heralde kitabı” deyince, “yok orda dur” dedi ciddi bir sesle, “sen gördün mü o kitabı?”, “yok ama ismini söylersen belki bilirim” deyince, “evet mutlaka bilirsin”dedi.
“nedir?”dedim tekrar eden bir merakla bir ‘gitan’ yakarken ve dumanını üfledikten hemen sonra.
“pink floyd.” dedi.
“pink floyd?” diye tekrarladım.
“evet pink floyd.”dedi tekrar.
“kaç sayfa bu kitap?”diye sordum.
“onaltı.”dedi.
“onaltı?”diye tekrarladım derin bir nefes çekerken.
“evet onaltı, sadece onaltı ve bu kitabı onaltı yıldır bitiremedim.”dedi.
“evet zor olsa gerek”gibisinden birşeyler geveledim sanırım onu ve onun ruh halini anlamaya çalışarak.
“pink floyd.”diye tekrar etti sırtıma vurup arkasını dönüp giderken.
“abi, bu gece kal bari dinle”dedim...
“çağırdılar, gitmeliyim ben”dedi...
ve gitti...

geri gelmedi.
onu o günden sonra hiç görmedim...
(uzun yıllar geçti...)

© Emre Karahasan